Himmet Emre ÇİMEN,  Kitap

Bülbülü Öldürmek

Uzun bir aradan sonra yeni bir yazı eklemek için uygun ortam bulabildim; Dolmabahçe Sarayı’ nın girişinde, deniz kenarındaki kafede bir yandan salepimi yudumlarken bir yandan da kafamdan geçenleri klavyeme döküyorum. Malum eskiden bir adam bir şey yazacak olduğunda kafasından geçenleri kağıda dökerdi, artık klavyeye döker oldu. Neyse en azından böylesinin daha hızlı olduğuna inanıyorum.

   “Bülbülü Öldürmek” kitabını bitirdim, uzun zamandır merak ettiğim bir kitaptı. Kesinlikle okuduğuma pişman olmadığımı söyleyebilirim, hatta tavsiye de edebilirim. Irkçılığı insanların gözüne sokan, bir çocuğun gözünden yorumlayan ve insanların -deyim yerindeyse- bam teline dokunan bir eser. Özellikle toplumumuzda göçmen ırkçılığının yükseltilmeye çalışıldığı bu dönemlerde okumam çok iyi oldu diyebilirim.

   Bu uzun girizgahtan sonra kitabın içeriğine biraz değinerek devam ediyorum; kitap yeterince basit bir dille yazılmış ve bu yüzden anlarken zorlanmayacağınızı söyleyebilirim. Daha önce de bahsettiğim gibi kitap bir avukatın 2 çocuğu arasında geçiyor zaman zaman bu maceralara avukat baba da dahil oluyor. Anneleri vefat etmiş olan bu çocuklar son derece zeki bu yüzden anlatım esnasında babalarına sordukları sorular da mesaj verici nitelikte oluyor.

Sayfa 99

Kitabın bir yerinde kız babasına şöyle bir soru yöneltiyor: “Baba davayı kazanacak mıyız?” Babası ise cevap veriyor: “Hayır, tatlım” Kız da doğal olarak “O zaman neden boşuna uğra…” derken babası şu harika sözleri söylüyor kızına: “Daha başlamadan yüz yıl önce davayı kaybetmiş olmamız demek kazanmaya çalışmayacağız anlamına gelmez”

   Aslında bu gibi bir soruyu hayatımızda sıkça duyarız, ne zaman yanlış giden bir şeye dur demek istesek ya da onu düzeltmek istesek birileri çıkar ve der ki: “Boşver, dünyayı sen mi düzelteceksin?” Bilmiyorlar ki ben amacı değil, amaca varırken yaşananları seviyorum. Dünyada adalet benim sayemde okyanustaki bir su damlası kadar bile artsa bu gece rahat uyumam için bana yeter. İnanın bana bir gün ölürken ülkemi ya da insanlarımı hayal ettiğim yerde göremeyince üzülmeyeceğim tam aksine gülüp diyeceğim ki: “En azından safımız belli bir vaziyette göçüp gidiyoruz bu diyardan, iz bırakan cinsten yani…”

Sayfa 253

“Çünkü sizler çocuksunuz, anlayabilirsiniz. Biraz daha büyüyünce olan bitenler karşısında mideniz de bulanmaz, ağlamazsınız da. Belki de her şeyi… doğru bulmasanız bile ağlamazsınız, yeter ki biraz daha büyüyün.”

“Neye ağlamayız?”

“Bazı insanların hayatlarını bazı insanların hiç düşünmeden cehenneme çevirmesine ağlamazsınız. Beyaz insanların, bir an olsun onların da insan olduklarını düşünmeden siyah insanların hayatlarını cehenneme çevirmelerine ağlamazsın.”

   Bilmem farkında mısınız ama çok rutinleştik; bir adaletsizlik, haksızlık gördüm mü hemen ses eden bir millet iken “bana dokunmayan bin yaşasın” diyen bir millete dönüştük. Oysa bu memleketin milli marşını yazan yüce şair Akif’ in dizelerini ne çabuk unuttuk:

Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördümmü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırmada geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!

Sayfa 258

“Hepimiz biliyoruz ki, bazı insanların bizi inandırmaya çalıştıkları gibi insanlar eşit yaratılmamıştır… bazıları ötekilere göre daha zekidir, bazı insanlar doğuştan kazanılmış daha fazla olanağa sahiptir, bazı insanlar ötekilere göre daha fazla para kazanır, bazı kadınlar başka kadınlara göre daha iyi kek yapar… bazı insanlar pek çok başka insanın normal kapsama alanı içine girmeyen yeteneklere sahiptir.                                                                                          Ama bu ülkede insanlar ancak tek bir durumda eşit yaratılmış kişiler haline gelirler- bir yoksulu Rockfeller Aile’ sinin bir ferdiyle, bir budalayı Einstein ile, cahil bir kişiyi bir kolej müdürüyle eşit gören bir tek kurum vardır. Bu kurum da, Baylar, Hukuk kurumudur!”

Sayfa 278

“Jüridekiler isteseler bile adil olamazlardı. Bizim mahkemelerimizde, beyaz adamın dünyasıyla siyah adamın dünyası karşı karşıya geldiğinde, her zaman beyaz adam kazanır. Bu ne kadar çirkin olursa olsun hayatın bir gerçeği. Benim için bir siyahinin cehaletinden yararlanan beş para etmez bir beyaz adamdan daha mide bulandırıcı bir şey yoktur. Kendimizi kandırmayalım; fatura kabarıyor ve bu günlerde o faturayı ödeyeceğiz. Umarım onu ödemek siz çocuklara kalmaz”

   Türkiye’ de Suriyeli göçmenler hakkında ırkçı söylemlerde bulunan sanayicilerin pek çoğu aynı zamanda göçmenleri asgari ücretin çok daha altında ve güvencesiz bir şekilde çalıştırıyor. Şimdi bu satırlardaki cehaleti alın, çaresizlik yapın; farkı nedir? İnsanoğlunu bir makine gibi görüp onu son dişlisine kadar sömüren sistem kapitalizmdir, onu konuşuruz. Ancak bu olay daha farklı, sokakta açlıktan ölmek üzere olan birisine ekmeği 5 katı fiyatına satmak gibi bir şey. Türkiye’de göçmenlerin sinir düzeyi yükseliyor bir yandan bizim de sabrımız taşıyor. İki tarafta da pis insanların olabileceğini ve bunun milliyetle değil, insanlıkla alakalı olduğunu anlamayan bazı “dangalak”lar ırkçı söylemlerine devam edecekler ve bu da az önce söylediğim gergin ortamı daha da gerecek. Olası bir kaos ortamında muhtemelen ben ve benim yaşımdakilerin en güzel yıllarına denk gelecek, bu günlerin bedeli o gün kanla ödenecek.

Yazıda geçen Mehmet Akif Ersoy şiiri: Zulmü alkışlayamam

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir